29 Ekim 2009 Perşembe

Cumhuriyetin Bilmem Kaçıncı Yıldönümü.

bu yıl da cumhuriyetin 86. yıldönümünü tüm türkiye genelinde coşkuyla kutladık - mı acaba?
sabahleyin manşetleri dinlerken sür manşetten mutlu olsun kutlu olsun ibareleri verilirken hemen altında iyice suyu çıkmış olan ıslak imza olayından bahsetmekteydi gazeteler.. kanıtların sunulması üzerinden bir hafta geçmesine rağmen ne suçlananlar ne de suçlananların ağabeyleri -tsk oluyor kendileri- hiç bir şey yapmadılar. ülkemizde 86 yaşına gelmiş bir "halkın kendi kendisini yönetme biçimi" kök salmışken nereden de çıkıyordu bu söylemler.. ne de olsa bu cumhuriyet 50lerde diktatör olmaya yeltenen asker bir cumhurbaşkanı, 60larda darbe,70lerde muhtıra,80lerde başka bir darbe,90larda iç savaş ve 2000lerde sosyal çöküş yaşamış bir devletten bahsedilmiyordu. keşke öyle diyebilseydik...
eline silah alanın amcasını, bıçak alanın sıra arkadaşını, jilet alanın kendisini hedef aldığı ülkemizde ordunun, elinde silah tuttuğundan galiba; kendini birşey zannedip yönetimden ne istediğini hala anlayabilmiş değilim. herşeyden önce bu milletin tüm erkek fertleri ordunun çarkından zorunlu olarak bir kez geçiyor, birçok bölgede jandarma vasıtasıyla yönetimde söz sahibi, ülke gelirinde en büyk paya sahip kurum tsk, çalışanlarının maaşı da mesela benim aldığım paranın en az iki katı. sürdürülen politikalar sayesinde maşallah 20 yıldır iç savaş da var... tüm bunlar ordunun ekmeğine yağ süren şeyler.
savaşçı millet olmakla gurur duyan bir halk içinde söylenmeyecek sözler galiba bunlar.. 86 yılda özümsenemeyecek şeyleri 86 satırda çözecek değilim. neyse geri başa dönelim: coşkuyla kutlanan cumhuriyete.. görevim itibariyle memleketimizin küçük bir beldesinde, içinde bando, halk oyunu, davul-zurna, şiir, gençliğin ata'ya cevabı ve bilimum özlü-süslü söz olan gösteriler 15 saniye süren 1 dakikalık saygı duruşu ve değil her okulun her sınıfın dahi birbirinden ayrı söylediği detone bir istiklal marşının ardından allah'ın bir hikmeti, ataların ruhiyatı etkisi olduğu hissi uyanduran sağanak bir yağmurla başlamadan sona erdi. yetkililer yahudi yıldızı misali üzerinde "öğretmen" yazan yaka kartlarımızı sorgulayıp önemsedikleri kadar, tören alanı konusuna eğilmiş olsalardı 1000e yakın çocuk 100e yakın görevli bugün de ne kadar şanlı bir tarih, ne güçlü bir cumhuriyet olduğumuzu öğrenip; dosta güven düşmana korku salarak belki de selde yıkılmış olan gecekondularına doğru gururla yol alacaklardı...

23 Ekim 2009 Cuma

Özetler

Star tv "Inter Star" idi bi zamanlar halen öyle mi acaba; değil? Özetler yazımı birileri okumuş gibisinden maç öncesinde maçın sonucunu söylemediler, heyecanla şevkle izledim maçların özetlerini, darısı diğer tv kanallarının da başına..

17 Ekim 2009 Cumartesi

16 Ekim 2009 Cuma

Dünya Kupası Öncesi

Doğal Haller

Yaklaşık bir haftadır bu yazıyı yazmayı istiyordum.. Hem de her gün internet başında iş aramak, bi şeyler okumak, ona buna gülmek ve oyun oynamak dışında tek yaptığım Çağlar'la dışarı çıkıp İstiklal Caddesinde yürümek, sonra bi mekana gidip birkaç bira içmek ve eve dönmek olmasına rağmen elim varmadı; sanki hiç zamanım yokmuş ve tüm yoğunluğumla çok önemli işleri yürütüyormuşum ve akşam eve gelir gelmez de yorgunluktan hemen uyuyormuşum gibi bir havam var..

Kendimi o şekilde hissetmem bi kenara zamanın da hobisel işleri gerçekten işim varmış gibi yapmam sonucunda tükenmesi ve yapmak istediğim bi çok şeye yetmemesi açıktan canımı sıkmaya başladı; örneklendirmek gerekirse bir haftaya yakın bi zamandır film izle(ye)miyorum ve Penguen'in geçen haftaki sayısını daha bugün bitirdim.. Bi de iş bulup çalışmaya başladıktan sonraki halimi düşünemiyorum. Ve garip olan bunun sebebinin ne olduğunu da çözememem, çok mu yavaş okuyorum acaba? Ya da her şeyi mi yavaş yapıyorum? Sanmıyorum aslında, bazı şeyleri yavaş ve itina ile yaptığım doğrudur ama bi çok konuda da hızlı hareket ettiğimi, bitirmem gereken işleri zamanından önce bitirdiğimi söylersem anti-mütevazi bi davranış içine girmiş olmam herhalde..

Çok uzun bi giriş oldu, kafamda konu ile ilgili yazacaklarımdan da uzun belki de.. Ve hala devam etmesi benim konuya giriş meselesini henüz kafamda halledemememden kaynaklanıyor bence.. Sence ?

Ucundan Accık

Türkiye'nin dünya kupasına katılamaması elbette bir başarısızlıktır ve belki de Fatih Terim'in gitmesi gerekiyordur kimilerine göre, tabi bana göre de öyle; gitmesi gerektiğini düşünüyorum ben de. Ancak bu dünya kupasına katılamadığımız için olmamalı, bana göre milli takımın artık “yürü koçum”, “çık oyna aslanım” şeklinde gazla maç kazanan bi takım olmaktan kurtulup profesyonelce yönetilen bi yapıya dönüştürülmesi gerekliliğinden dolayı gitmesi gerektiğini düşünüyorum Babacanın(cümleye yaklaş tekrar oku!). Bu, Euro2008 başarısından önce de sonra da böyleydi benim için. Gerek ahbap çavuş ilişkisinden, gerekse Babacan Terim’in oyuncularıyla ilişkisinden oldum olası hoşlanmamışımdır; artık bu tarz oyuncu antrenör ilişkisinin de sonuna gelinmesi gerektiğini düşünüyorum, bu iş ancak altyapılarda olur.Olursa!



Bir teknik direktörün oyuncusuyla arasının bozulmasını ve dolayısıyla ihtiyaç halinde o oyuncuyu takıma çağırmamasını anlamam, anlamaya da çalışmam; bu bi lükstür, sen madem bu kadar kutsal bir işin başındasın böyle bir lüksün yoktur "italiano"! Lüks demişken Babacanın aldığı maaştan hiç bahsetmiyorum bakın, bahsetmeyi de planlamıyorum aslında, zaten bahsedersem işin içine başka kelimeler girer, başka bi tarz yazı olur bu; spordan uzaklaşır. Uzaklaşmasın!



Gelen Gideni Aratır Mı?

Çocukluğumdan beri futbolculuktan çok teknik direktörlük merakım vardır; defter arka sayfalarına kurşun kalem, sıra üstlerine ucu çıkarılmamış uçlu kurşun kalem kullanarak kadro yapmak çok büyük hobimdi.Bu hobim sayesinde futbol bilgimin çok üst düzeylere eriştiği satırlarımdan da gözlenebilir, ben gelebilirim başına milli takımın; şaka falan değil ha!Yılmaz Vural böyle bir istekte bulunuyorsa ben de bulunurum arkadaş! Yirmi üç yıldır bu işin içindeyim..



Kim gelirse gelsin yapı ve kafalar değişmedikçe turnuvalık ve sürdürülemeyen başarılar gelecektir, kalabalık bi nüfus var, azimli gençler doğru sistem olmasa da zaman zaman bi şeyleri alt etmeyi başaracaktır ama kimse bu ülkenin harika yerlerde olduğu hayaline kapılmasın, sandığımızdan çok daha kötü durum.

Temelde bu düşüncelerden dolayı Terim’in yerine gelecek kariyerli bi yabancı ile stajyer bi yerli arasında çok fark görmüyorum, keza bu ülke Daum’u da, Tanjevic’i de çok güzel kendine benzetmeyi başarmış bi spor ülkesidir! Tamam cevaplıyorum: Terim’i özlersiniz, o da çok duygulandı son maçta, mayışın kesilecek olmasından mıdır ki ? Haksızlık etmemek lazım..


Dost Musun Düşman Mı Sın?

Ermenistan'la oynanan maç, Sarkisyan’ın gelmesi, kısaca bu tarz adımlar atılması(öncesinde Gül’ün gitmesi de dahil tabii, negatif! ayrımcılık yapmayalım) güzel şeyler elbette; “Demokratik Açılım” adı altında yapılan hareketle aynı paralelde olmak üzere ikisini de nötrün pozitif tarafında görüyorum ama lütfen kimse samimiyetsizliği hayat felsefesi haline getirmiş insanlara tamamen inanmamı beklemesin; kimse de böyle bi tutum içerisine girmesin..Girerse de bana söylesin!




Diegonun Ruhu

Türkiye yoksa dünya kupasında Arjantin var abi, hem de dünya tarihinde en sevdiğim futbolcu olma yolunda ilerleyen ve Barcelona’da top oynayan Messi ile! Çocuklukta çakallar benden önce Brezilya'yı seçince ben de Arjantin'i alırdım, gerek forma gerekse solak Maradona gerekmezse Natalia Oreiro(bakıp yazdım)! sempatimin başlıca nedenleri idi.. Bu kadar güzel şeyin üst üste gelmesi "Aman canım napalım, Türkiye de olmasın, zaten ne zaman vardı!" dememe yol açabiliyor; ha onlar da umut veriyor mu ? Sanki bana geçen yıl Avrupa Şampiyonasındaki Türkiye’yi hatırlattılar, onlarda da bişeylerin doğru yönetilmediği çok bariz.. "Ne IMF mi yıllarca ? Hadi canım, saçmalama!" Ama orada Messi var, burada yok, fark da bu noktada, doğru oynasınlar ya da oynamasınlar/ya da niye oynamasınlar/ önümüzdeki yaz destekleyeceğim bi takımın olması çok çok inceden heyecan da vermiyor değil..



Hepsini geçtim de o top direkten dönmeseydi! Alkışlardım.. Hemen aşağı alkışlıyorum..



-Milagros inan bana seni seviyorum!

Yaa böyle de bişey vardı, ergenlik işte!

15 Ekim 2009 Perşembe

Yer Çekimi Sadece Basketbol İçin Kaybolmuyor!



Leonel Marshall voleybolun efsanelerinden biri, çok ilgilenmediğim bi spor olmasına karşın kardeşimin favori sporu olmasıyla burada zaman zaman beğendiğim videolar görebiliriz bu spor dalıyla ilgili.. Karşıdaki eleman da iyi gibi duruyor ama üç metre içine vuran Leo gerçekten harika uçmuş..

14 Ekim 2009 Çarşamba

Aşk Benim! (alıntı)

Oldum olası içsel yolculukları, bağlanmayı, mistisizmi ve aşkı severim. Aşkın insandaki en yoğun mistik duygu olduğuna inanırım. Âşık insanları, bilge, derviş ve üçüncü gözü (feraset gözü) açılmış insanlar olarak görürüm. Aşk acısının, evreni yaratan yüce bir güç varsa (kimse o), onun tarafından verilmiş bir tılsım olduğuna inanırım.


Aslında hiçbir dine inanmam. Dinciliğin insanlığı yozlaştıran akımlar ve güçler olduğuna inanırım. Papazları, hahamları ve imamları hiç sevmem. Bu kişilerin dünyadaki yoksulluğun, baskıların ve can sıkıntısının bekçileri olduğunu düşünürüm. Kiliselerde, camilerde, sinagoglarda içim boğulur, duramam. Ama zaman zaman içim daralınca, aşk ırmakları tıkanınca, en yakın bildiğim insanların anlayışsızlıkları, bencillikleri ile karşılaşınca, hiçbir kadının benim sevgime layık olmadığını anladığımda, bir güce, esirgeyen, şefkatle koruyan, sonsuz hoş görülü bir güce yakarıp ağlamak, ruhumu ona açıp, onunla dertleşip, birleşmek isterim.


Alkol, içimdeki mistik duygularımın kapısını açan tılsımlı bir anahtardır. İçimdeki o uzun yolculuğa alkolle başlarım. Alkol, içimdeki lambanın ışığını yakar. Alkolle, “ölmeden önce iyi insan” olurum. Hırslarım, kıskançlıklarım, dünyevi zaaflarım, bencilliklerim pençelerini içimden çeker. Alkolle, aşkın ve bilgeliğin yollan açılır. Geriye doğru rüya görmeye başlarım. Sevdiğim bütün kadınlar, çocukluk arkadaşlarım, mücadele dostlarım, unuttuğum kardeşlerim, hepsi aklımdan, rüyamın sahneleri içinden birer birer geçer. Kalbimin çektiği filmdir o. Sevdiklerim, dostlarım, yakınlarım, beni istedikleri gibi kırabilirler. Bencil ve hoyrat olabilirler bana karşı, olsun, ben aşk yoluna çıkmışımdır. Gözlerimi içime çevirmiş, alkolümü yudumlamış, içimdeki ışığı yakmış, rollerini, sevgililerimin, dostlarımın kardeşlerimin oynadığı filmi seyre koyulmuşumdur. İçimdeki o büyük yolculuk başlamıştır.


Geçenlerde, yazdığım senaryoda geçen bir tarikata gittim. Tophane’deki Kadir-i tarikatında zikir vardı. İki katlı ahşap bir evin ikinci katına çıktığımda 40-50 adam, “Allah... Allah...” diyerek heyecanla büyükçe bir odanın ortasında dönüyor, dans ediyor, birbirlerine sarılıyor, heyecanlı sesler çıkararak kendilerinden geçiyorlardı. Zikirleri, yani mistik dansları iki, üç saat sürdü. Açıkçası bu adamların içinde bulunduğu ortamı, hiçbir şeye inanıp onun etrafındaki bu duygusal bütünleşmeyi tuhaf bir kıskançlıkla izledim. İşte kendilerine benim ve benim gibi birçok insanın bulamadığı bir manevi iklim yaratmışlardı. Kısa bir süre için de olsa, birbirlerine derinden bağlanmışlardı...


Zikirden sonra hemen hepsinin yüzünde garip bir sevinç, bir hafiflik, bir arınmıştık vardı. Bizim gibi insanların arasında pek rastlanılmayan bir duygu iklimiydi, söz konusu olan. Duydum ki bu tarikata meyhaneden gelip katılanlar varmış. Burada, “meyhane ile Tanrı arasında güzel köprüler” kuruluyordu demek ki.


Burada, mezhebin, dinin katı kurallarının çokça önemi yoktu. Hoşuma gitti. Bir kez olsun bu coşku dolu zikri yaşamak istedim. Belki kendimi omuzlarıma binen endişe yüklerinden kurtarırdım. Yakınlarımın, arkadaşlarımın, bencil arzularını, hoyrat sözlerini, düşüncesiz hareketlerini biraz olsun yüreğimden atar, şu gelip geçici dünyada birkaç saat olsun, yerçekiminden kurtulabilirdim. Ama nerede? Zikir bitti. Adamlar yüreklerinde hafifliği, o mistik coşkuyu atar atmaz, hemen birbirleriyle polemiğe başladılar. “Sen niye iki adım öne çıktın?”, “Siz arkadan geç geliyorsunuz.” “Ayaklar tempolu değil.” “İkinci grubun sesi duyulmuyor.” Vs. vs. Tanrım, meğerse o coşku yumağı hesaplı kitaplı bir folklor gösterisiymiş! Sıkıntılı bir müsamereymiş. Düşlerim alt üst oldu. Ben insanların kendi ışıklarıyla, ne hissediyorlarsa, içlerinden geldiğince zikir yaptıklarını ve özgürce hareket ettiklerini sanıyordum. Ama pek öyle değilmiş. Ben yakıştırmışım bütün bunları onlara. Üzüntüyle ayrıldım tarikattan. Bir meyhaneye girdim. Bir ufak rakı söyledim. İçimin ışığını yaktım. Başladım içimdeki rüyayı seyretmeye. Bugüne dek âşık olduğum kadınların yüzüne, yaklaştırdım içimin ışığını. Tanrı da bendim, din de aşk da bendim...

Maymun Musun Lan Sen ?


‘Her Şeyi Yaratan Allah’tır’ ünitesinde, evrim teorisine atıf yapılarak, maymun fotoğrafıyla birlikte şu sorulara yer veriliyor: “Bir maymunun anlamlı bir eser yazabilmesi mümkün müdür? Maymun, düzenli bir tek cümleyi bile rastgele de olsa yazabilir mi? Tesadüfen bir tek cümle bile yazılamazken koskoca evren tesadüfen meydana gelebilir mi? Tartışınız.”

Bu beşinci sınıf din kitabından alınmış bi paragraf, bizi acayip kafalar bekliyor gelecekte yalnız; onun öyle bi kafası vardır ki sağlık topu kadar..


Haber & Fotoğraf Kaynak : Radikal Gazetesi

12 Ekim 2009 Pazartesi

Michael Jackson - This Is It



Kral'ın son parçası; doya doya..

11 Ekim 2009 Pazar

8 Ekim 2009 Perşembe

KG was TWolves



Bu forma sırtında sahaya çıkmanı özledik be "Big Ticket"

7 Ekim 2009 Çarşamba

IMF Defol. Bu Dünya Bizim!


Evet başlıktaki gibi bağırıyorlardı; haksızlar mı? Yıllardır yaşadığımız ülkeyi -dolayısıyla bizleri- halkın emeğini sömüren şahıslar bunlar, kamulaştırılmış, insanlara makul gösterilmeye çalışılmış yapıların sömürmeye devam etmemesi için yapıldı gösteriler. Dünyanın heryerinde de bu şekilde yapılır.Özellikle devletten alacağı katkının maksimumunu almaya alışkın halklar kendilerine yapılan küçücük haksızlıklarda hemen sokağa dökülürler; caddeleri, dükkanları, arabaları, bankaları yakar yıkarlar.Hükümetler de kimi zaman halkın tepsikine dayanamaz ve geri adım atmak zorunda kalır.

Hatırlayın Fransa'da devletin koymak istediği yasaya karşı çıkanlar neler yaptılar! Aynı şekilde en yakın örneklerden biri de Yunanistan.Polis kurşunuyla ölen gencin ardından bütün ülke uzun süre çalkalandı, ama bizde hergün birileri ölüyor polis kurşunuyla zaten! Koyunlaştırılmış bi topluluğa alışmış olanlara, özellikle biz ve bizden on yaş aralığında büyük olan nesle garip geliyor olabilir bunlar.. Protestocuların hataları, kişisel aşırılıkları da olmuş olabilir; ama bu işler bütün dünyada böyle olur zaten.

Bir Gün Mutlaka..

5 Ekim 2009 Pazartesi

"Şeyhi Yine Öperim!"

Dün gece koyduğum fotoğrafın üzerine yorum yapmak istemedim.. Sadece olayın ilginçliğiydi göstermek istediğim; ki gayet doğal bi şekilde şeyh de gelir bu ülkeye, yasak olması gerektiğini ya da gelmemesi gerektiğini falan düşündüğüm de yok.. Aşırı kalabalığın olması da Türkiye gibi bir ülkede garipsenecek bişey değil; fakat konuyla ilgili şahıs olan milletvekili Seyit Eyüboğlu NTV'deki "canlı gaste" programına katıldı, söyledikleri neredeyse tamamen ilginç ama onsekiz çocuğunun ve altmış altı torununun bile normal karşılanacağı bi kısım var beyefendinin :

"Ben inançlı bir insanım. Allah yolunda her insanın elini öperim, saygı gösteririm. Ama bir papazın elini öpmem. O papaza o saygıyı da göstermem. Ama Müslüman olarak Allah yolunda olan insana değer veririm. Başımın üzerine taç ederim."

Yetmişli yıllardan bi Şener Şen filmi izliyor gibi hissettiren video:



http://video.ntvmsnbc.com/?152506#v008214167126114001096008038050237193068081214169

Uçmak istediğini söyleyip de bahaneleri havada uçuranlara..

Bıkamadıklarımdan

Sevgili SAP'lar

Saplara özel eğitim veriyor kariyer.net; ihtiyacımız olan bişeydi. Teşekkürler kariyer.net
Bi de bilgeadam oluyosun sap olunca; o da mühim..

Öpiyim baba!



3 Ekim 2009 Cumartesi

Özetler

Babalar güzel bişey tabi izleyemediğimiz maçların özetlerini vermeniz, ama lütfen şu maçların sonucunu sunumda vermeyin, hadi sesini kıstık siz söylerken fakat özet gösterilirken alta da yazıyosunuz sonucu; ne heyecan bırakıyosunuz ne heves insanda yahu!

1 Ekim 2009 Perşembe

Girişmeme

Blogu açtık dedik de bi kayıt giremedik henüz; genel bi giriş yapalım şöyle, neden ve nasıla dair..

Aslına bakarsanız hayata dair bir uzmanlık alanından bahsedemeyeceğimi açıkça belirtebilirim, belki de bu yüzden çok çeşitli konulardan bahsetmeyi istiyorum burada; yanlış anlaşılma olmasın bilgim olmayan konudan bahsetmekten çok çekinen biriyimdir; boş işlere gireceğimi zannetmiyorum bu yüzden de. Herhangi bir dal üzerinde dönmeyip sadece benim veya yazan arkadaşımın(kendisi henüz bişey yazmadı ama mühim konulara parmak basacağını düşünüyorum ilerleyen vakitlerde:) .. yazar sayısı da artabilir tabi zamanla neyse parantez çok uzadı ve hala da devam ediyor uzamaya.. ) kişisel olarak çevrede, tv'de, gazetede vs. gördüklerimiz, yürürken, düşünürken veya karşımızda biri bişey anlatırken onu dinlemeyip de aklımıza gelenler üzerine yapacağımız yorumlardan oluşacak diye tahmin ediyorum. Muhtemelen spor, müzik, sinema üzerine güncel karalamalardan oluşacak blogu takip eden olur mu onu da tam çıkartamıyorum şimdi..

Neyse..