28 Ocak 2010 Perşembe

Tekel İşçileri





Babalara sonuna kadar destek!

25 Ocak 2010 Pazartesi

!

6 Ocak günü Ankara’da Yüksel Caddesinde çoğunu anarşistlerin oluşturduğu anti-militarist bir grup, basın açıklaması yaptı. Yapılan basın açıklaması, tutuklu bulunan “Vicdani retçi” Enver Aydemirle dayanışmak amacına yönelikti. Zaten Basın açıklaması sırasında grubun taşıdığı pankartta “Vicdani Retçi Enver Aydemirle Dayanışma İnisiyatifi” yazıyordu. Grup Yüksel Caddesinde açıklamasını okumaya başladığı an, polis’in gözünün döndüğü andı. Çevik Kuvvet Polisi grubu görür görmez hızla gruba doğru yöneldi ve çembere aldı. Polis’in sayısı 100 kadar iken anti-militaristler 30 kişi ya var ya yoktu. Böyle meselelerde, varla yok arası nitelenen “özgürlüğü”, öldürmeyi reddederek temsil edenlere karşı, neyi temsil ettiği kendinden menkul olanlar, her zaman orantısız bir denklemle ifade edilir. Orada da böyle olmuştur. Bu durum orantısızdır çünkü boyun bükmek kafayı havada tutmaktan daha kolaydır. Anti-militaristler azdır çünkü itaat etmek reddetmekten daha kolaydır.
Ama tarih daha reddedenlerin bittiğini tükendiğini yazmamıştır. Az da olsa reddedenler oradadır. İtaat edenlerde. Efendiler tut derse tutacak birisi mutlaka bulunur. Dakikasında rütbeli polis tut demiş, rütbesiz polisler de tutmuştur. Ne kadar basit bir ilişki... Daha basın açıklaması bitmeden, “bir vatandaşlık hakkı “olan basın açıklamasını bitirmeden taciz edilenler Anti-militaristler olur.” Vatandaş”ın bittiği, hikâye olduğu yer işte tamda burasıdır. Vatandaş dediğin emre itaat edendir. Reddeden değil. Tut emrini, Anti-militaristlerin üzerine kâbus gibi çöken lacivert üniformalı vatandaşlar alır, her bir anti-militaristin üzerinde en az üç çevik tepinmeye başlar. Polis, kolları büker, boyunları tutar, enseleri çökertir, postalla bastırır. Toza dumana kesen ortalıkta, kesin olan tek rakam gözaltına alınanların sayısı olarak kalır: 23
Sonra, Gözaltı aracından başlayarak 24 saat sonraki adliyeye kadar sürekli taciz tehdit ve baskıya maruz bırakılırlar. Saçı kısa kadınlar, Polislere göre “at gibi”, saçı uzun erkekler “karı gibi”dir. Atların ve karıların ve erkeklerin nefes alıp verdiğini bilip yaşamı sevenleri ve öldürmeyi reddedenleri böyle ezmeye çalışırlar. Nezarethanede gece boyu kapıları çarparak anti-militaristlere uyku uyutmazlar. Sonra onlara ifade imzalatmaya çalışırlar. Anti-militaristler, Susma haklarını kullanırlar. Sabah adliyeye götürülürler. Savcı 22’sini serbest bırakır. Volkan sevinç tutuklanır. Gerekçe, Savaş karşıtı Volkan Sevinç’in “kanunsuz” toplantıya, hiçbir zaman sahip olmadığı ve polis’in “silah” diye nitelediği bir çakıyla katılmasıdır. Mehmet Ali Ağca’yı aramıza karıştıran, Ogün Samast’la yan yana fotoğraf çektiren, Engin Ceber’i yok eden, Alexsis’i ve Carlo’yu öldüren, Uğur Kaymazın ve Ceylan’ın küçük bedenlerini kurşunlarla delik deşik edenler, bir şeyi silah olarak niteleyebilir mi? Bunların yaşa dedikleri hayat yaşanır mı? Bunların elinden su içilir mi? Sofralarından ekmek yenir mi?
Volkan Sevinç şu anda, Sincan’da tutuklu. Volkan dâhil o gün salıverilenlerden 19 Anti-militarist, “halkı askerlikten soğutmak” ve “suç ve suçluyu övmek” suçuyla yargılanacaklar. 19 Anti-militarist. Dava tarihi henüz belli değil, ama yaşamın korkunç bir cendereye dönüştüğü, yüzlerin silikleştiği, gündelik hayatın sabahtan akşama ölümcül bir hakiyle militarize edildiği bugünlerde belirsiz kalarak canımızı sıkan tek şey bu dava değil. Kimseye güvenmiyoruz, adını bildiğimiz, omzuna ve vicdanına dokunabildiklerimiz dışında. Bu topraklarda, yeryüzünde binlerce yıldır, çelikle, yasalarla ve postalla ezilenler, Kürtler, Ermeniler, Çingeneler, zenciler, eşcinseller, yani başka türlü doğanlar ve başka türlü dünyalar düşleyenler, Anarşistler, komünistler... Başını bilmediğimiz, ama sonuna da gelmediğimiz tarihin her zaman bir parçasıydılar ve bitmediler, bitmeyecekler.
Bugün, medya ve iktidarlar kendi yarattığı ucubelerle hesaplaşıyor. Mehmet Ali Ağca, medyanın yarattığı dünyada katil oldu. Şimdi ona “katil” diyorlarsa, o adam gibilerini sokakta görmekten utanıyorlarsa, kendilerine pay biçmeliler. İkiyüzlülüğün daha basit bir ifadesi az bulunur. Diz çöküp, emir bekleyen kalem ehli gazetecilerin sayfa sayfa kana boyadıkları bir dünyada öldürdü Hrant Dink. O artık yok. Ama onun bir oğlu var. Hrant’ın oğlunu dinlesinler. O adam vicdan taşıyor, ölümü ve büstleri değil, insanları sevdiğini söylüyor. Öldürmeyi reddedenleri dinlesinler. Vicdanı susturulamayanları, Volkan Sevinç’i dinlesinler. Yastığa koydukları başı değil yastıktan kaldırdıkları başı gözetsinler. Uyumanın ve unutmanın dünyasında uyanışın ve hatırlamanın hikâyelerine kulak versinler. Bu ateş, iktidarların yaktığı yaşamı kül etmeye niyetli bu büyük yangın, bir gün kendilerini de yakar. Bir gün reddedeceksiniz çünkü içinizden kopan ses, vicdanınızdan başlayarak ürpertecek tüylerinizi. Kayıtsız kalabilirseniz o sese, vicdanınızın sesine, Eyvallah. Orada, Sağır olduğunuz odada kalın. Uyanmayın, kapınızı pencerenizi açmayın, bir tanenize daha tahammülü yok yeryüzünün...
Vaktiyle, rivayet edilir ki, bu dünyada var olmak bir hafiflikti. Öldürmeyi redderek var olanların, var olmakta inat edenlerin azametine dayanarak, el ve omuz alarak sürüyor bu hayat. Faşizme ve iktidarlara inat devam ediyor. Ve hiç bitmeyecek reddedenler.”

Anti-Militarist Tutsaklara Özgürlük İnisiyatifi’

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=976569&Yazar=YILDIRIM&Date=25.01.2010&CategoryID=97

22 Ocak 2010 Cuma

Tuvalet Çeşmesi

-Kelimelerle, özellikle o kelimelerin içindeki harflerle oynamayı çok seviyorum, çocukken de merdivenleri, adımlarımı sayardım.Kafa o zaman da kafaymış demek ki..

-Muhtemelen bu kafanın oluşmasında etkili olan cümle şudur, onu da yazmadan edemeyeceğim.Bilmeyenler de öğrenmiş olur : "cananın camı kırılmış canan camcıya cam taktırmaya gitmiş"... Ulan bu nedir ? Nasıl bir ülkenin nasıl bi şehrinin nasıl bi muhitinde oturuyormuşuz biz böyle!Bana kalırsa başka muhitler de farksızdı, okuldan biliyordum.

-Her maça kaybedeceğini bilerek, kafadan yenilerek çıkmak nedir ben onu gerçekten bilmiyorum.Biz tutmaya başladığımızda böyle değildi tabi ama biz de tutmuş sayıldık, Kevin Garnett gidince gerçekten tuttuk.

-Tekrar okuyunca ne diyor lan bu dedim ben bile, NBA takımlarından Minnesota Timberwolves taraftarıyız, bu şekilde de çok anlaşılır oldu!..



-Zahid Akman Bey! Naber abi? İddialar doğrudur değildir bilemem ama yalan bile olsa sizin sinemada sigara içen insanın sigarasını mozaiklemeniz sonucu ben o filmden afedersiniz bi bok anlamıyorum.Bi de şu var tabi kadın erkek eve giriyorlar mesela, aha o da ne sabah kahvaltı ediyolar aşk böceği gibi!Abi noldu nasıl yaptı, ben hiçbişey bilmiyorum tabi.Ancak hayal kuruyorum, hmm mmh falan diye.. Ama olmaz ki! Ben o sevişme sahnesini, oradaki argo kelimeyi, rolünü yapan ablanın sigara içerken ki dudak hareketlerini öğrenemezsem o filmi kapatayım daha iyi, izlemeyeyim istiyorsunuz siz de zaten, sabah akşam sizin kanalınızdaki boktan ders çıkarımları, çarpık şekilde tanıtılan dini yayınlarınızı izleyeyim.İzlemiyorum arkadaşım, alın sokaklar şehirler sizin zaten, alın televizyonunuz da sizin olsun!

-Oscar adayı olabilmesi için bi filmin en az kaç dakika olmalıdır sorusunun cevabını şansa bak adlı yarışma programından öğreneceğimi bilseydim, daha dikkatli yaşardım; çok daha dikkatli! Ahmet Çakar da çok ilginç bi kafa, esah mı sahte mi belli değil, neyse ahmet bildiğin kafa, cevap da kırkmış.



-Geçen gün otelde otururken iki genç geldi otelin içinde üçyüzaltmış derece çekim yapabilir miyiz dediler, ben de yetkili kimse yok ama tabi yapın bakalım dedim, ne de olsa sanatçının dostuyuz!.. İlginç çalışmaları var, inceleme işlemleri için :

http://www.sanalfotograf.com/

-Geçen 15-23 arası çalıştığım ve ertesi gün de sabah 7-15 çalışacağım için otelde kaldım, neşesiz anlarımdan biriydi; yakın bi bakkaldan bisküviyle küçük bi süt aldım.Bi de ne göreyim sütün son kullanma tarihi 23Nisan, daha içmeden bi neşeyle doldum ki içtikten sonra siz tahmin edin artık neşemi!

-Zeytinburnu-Kabataş tramvay hattı var.He o!Kabataşa giderken dikkat ettim bütün güzel kızlar en geç karaköyde iniyorlar,Kabataş'a bi tane kalmıyor.Yalnız bi de Kabataş Beşiktaş yürümesi var, zevkli mi erken mi geç mi işkence mi otobüse binmeye değer mi!Hala çözemedim iki ayı geçti ama araştırmalarım devam ediyor...

-En son tıraş olurken dudaklarıma da sabun köpüğü sürdüğümü farkettim ki, yüce tanrım bana güç ver ki!.. Sabun köpüğünden vapurlar yapmaklı One Go filmi...

--Bu seferlik yıldızsız olsun, konuşma çizgisi daha güzel olup beğenilirse devam ediciim...

19 Ocak 2010 Salı

Hrant için! Adalet için!


Hrant vurulalı üç yıl oldu. Üç yıl önce ölümünün acısıyla birlikte bize olağanüstü bir umut da bırakmıştı.
Yüz binlerce vicdanın anında, hiç örgütlenmeden sokaklara dökülüp bir ağızdan ‘Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz’ diye haykırmasıyla bir kez daha başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmıştık.
Bu üç yıl, katillerin işte bu umudu yiyip bitirme çabasıyla geçti.
O gün çok güçlüydük. Hepimiz ellerimizi birleştirsek sanki şu dünyayı durdurup yepyeni bir dünyaya döndürebilirdik.
Hrant, ölümüyle yüz binlerce kardeşi bir araya getirmişti.
Bu güçten korktular işte. Katiller devletinin kâbusuyduk o gün.
Unutmadık. O yüz binlerce insanın el ele vermesinden ürküp vicdanımızı sorguya açanları unutmayacağız. ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ savsözünü sinsi tartışmalara konu edenleri, sahte aydın sinizmiyle acımızın ve isyanımızın dilini eleştirenleri unutmayacağız.
Bu topraklarda ırkçılık olmaz diye fetva verip üzüntülerini bildirirken ‘ama’larını ceplerinde şıngırdatanları unutmayacağız.
Aslında vurulanın Türkiye olduğunu iddia edip, Türkiye’nin imgesi için karalar bağlayanları unutmayacağız.
İmge demokratlarını, sinsi yardakçıları, Hrant’a haddini aşmış, çizgiyi geçmiş yabancı muamelesi çekip milletini kışkırtan basın tüccarlarını unutmayacağız.
Hrant’ın katlinden operasyon diye söz eden üniformalıları; ‘bebeklerden katil yaratan’ alçak valileri, komutanları, siyasetçileri, hukuk insanlarını unutmayacağız.
Ölüme tapan, rütbelerini kanla şişiren, devletinin gözbebeği kızıl elma dişleyen Ergenekon mücahitleri ve işbirlikçilerini unutmayacağız.
Bizi bezdirmeye çalışıyorlar. Kan emzirerek büyüttükleri eke üç arsız katili önümüze atıp kurtulabileceklerini sanıyorlar.
Yüzlerine çalacağımız utancı torunlarına erteleyebilmek için canlarını dişlerine takmışlar.
Ertelemeye, unutturmaya, vazgeçirmeye çalışıyorlar.
19 Ocak, bu yas günümüz resmi kayıtlara geçmesin diyedir çabaları.
Hrant’ın katli, basit bir cinayet olarak tarihe yazılsın, tarihin üçüncü sayfasına atılsın diyedir bütün gayretleri.
Hrant’ın katilleri hâlâ aramızda.
Evet, onlara hâlâ dokunulamıyor. Devlet, hâlâ onların devleti.
Omuzlarımızda apolet, ellerimizde cop, kasalarımızda sır yok diye bizi güçsüz sanıyorlar.
Bizi sonuçsuz, göstermelik davalara tanık ederek bezdirmeye çalışıyorlar.
Önümüze bin bir duvar örerek yıldırmaya çalışıyorlar.
Unuturuz belliyorlar. Yoruluruz belliyorlar. Küser vazgeçeriz belliyorlar.
Onlara yanıldıklarını göstermek zorundayız.
Göstereceğiz.
19 Ocak’ta saat 2.30’da, kardeşimizin vurulduğu yerde, Agos Gazetesi’nin önünde toplanacağız.
Orada bir kez daha el ele, yürek yüreğe vererek Hrant’ı anacağız.
Gücümüzü, unuttuysak hatırlayacağız. Gücümüzü katillere hatırlatacağız.

Hrant için!

Adalet için!

Yıldırım Türker, 18.01.2010 tarihli yazısı, Radikal
Karikatürizasyon : Uykusuz

Bilinenin üzerine kaos teoremi


Kaos kuramı, kaos teorisi veya kargaşa kuramı; yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir.

Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. Ancak bir teorik fizikçi dumanın bu dinamiğinin aslında ortamdaki birçok parametre ve etken ile belirlendiği görüşündedir. Bu girdiler o kadar çoktur ve o kadar değişkendir ki incelemek ve net bir kanıya varmak imkânsızdır. Parametrelerin bu denli değişken olması aslında o parametrelerin de bir çıktı olmasından kaynaklanır. Dumanın hareketine neden olan hafif bir hava akımı aslında odanın başka yerindeki bir sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir harekettir. Ayrıca dumanın dinamiğini etkileyen girdiler birbirlerine bağlı olabilirler ki bu durumu tam anlamıyla içinden çıkılmaz hâle sokar. Sigara dumanı örneğine geri dönersek, hava akımının yalnızca sıcaklık değişiminden kaynaklandığını farz edelim (ki pratikte bu milyonlarca etkenden biridir). Sıcaklık değişimi ortamda basınç farkı yarattığından hava akımını etkiler. Ancak oluşan hava akımı sıcaklıkta tekrar değişimlere neden olacağından farklı girdilerle tekrar bir fonksiyon oluşturur ve bu değişim sonsuza kadar devam eder. Birçok farklı girdinin sürekli değişerek fiziksel değişimler ve farklı düzenler yaratması ve bu düzenlerin yine kendisini etkilemesi insan zekasının ve günümüzdeki gözlem ve bilimsel tahmin yeteneklerinin çok çok üstünde olmasından dolayı kaos olarak nitelendirilir. Oysa tüm bu değişimlere neden olan fiziksel yasalara ve matematiksel açıklamalara hakimiz. İşte bu noktada karşımıza düzen ve kaosun aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu ortaya çıkar. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa olsun sonuç o kadar rastlantısal ve karmaşa doludur.

Akıl ümitsizlik yolunu tutar mı hiç?
Aşk gerek ki o yana başını ayak etsin de koşup gitsin,
Hiçbir şeye aldırmayan Aşktır, akıl değil...
Akıl, fayda elde edeceği şeyi arar,
Aşk yılmaz, yanar-yakılır, erir, utanma-sıkılma nedir, bilinmez...
Değirmen taşının altındaki buğday gibi
O da belalara düşer de gık bile demez
Öyle pek yüzlüdür ki ardına dönmez bile....
Gönlündeki fayda arama isteğini öldürmüştür O ...
Varını-yoğunu ortaya döker, oynar, yutulur, kar aramaz.....
Allah'tan aldığı gibi hepsini gene Allah'a verir.
Aşk mezhebinde her şey AŞK'a kurbandır.

MEVLANA CELALETTİN RUMİ

18 Ocak 2010 Pazartesi

15 Ocak 2010 Cuma

Y.M.D.K.



Mediacat tarafından geride bıraktığımız yılın mizah dergisi kapağı seçilmiş, şahsen "uykusuz"u daha çok sevsem de kapak iyi olmuş,iyi bi kapak.

14 Ocak 2010 Perşembe

NeyzenN

İhtiyacın olduğunda ara beni
Muhtaç olduğunda sor beni,
Zulanda ki silahın gibi
Sıkılmadan sık beni.

12 Ocak 2010 Salı

Sifonikler

*Of deli gönül! Böyle bi parça vardı dii mi? Yıllar olmuş, düşün ki ben bile ortaokuldaydım; ben bilesi yirmi beşe basıcam üç ay sonra baba! -gerçek baba bu, sana demiyorum sevgili okuyucu, babamın okuması yazması yok gibin bi durum ortaya çıktı ama o sadece güzel yazar, açıp bişey okuduğunu görmüşlüğüm yoktur, okuması vardır heralde yazması olduğuna göre neyse devam edelim- akıl karı değil gibi görünüyor buradan bakınca bana, sana buna ona...Bu arada babam ben bir yaşındayken yirmibeş imiş kendi bilmiyodur muhtemelen ben doğduktan sonra hesapladım, nasıl da ezdim seni ama baba.. hahaha.. kavgalıyız da kendisiyle, ama gelir sulanır kesin şimdi.

*Sululuk sevmeyen bir insanın sululuk yapması kadar iğrenç bişey varsa vardır, yoksa yoktur..

*Ne alakaysa halk deyince aklıma da akp geldi, gerçekten ne alaka, ve ben ne zaman halk dedim, sen bilmezsin dedim ben.

*Parti kapatma deyince aklıma niye eğlencenin sona ermesi geliyo? Ne güzel eğleniyoduk olum ya, valla eğleniyodum ben..

*Ha eğlence diyoduk, eğlence bitti lakin sıkılmıycaz, yehuuu!!! Çatışmalar başladı bile, e boşuna anarşizm demiyoduk biz olum bunlar iyi günleriniz sizin...

*zizivivikukukilima! bildiğin üniversite diploması aldım yalnız, beş yıl okumuşum, valla ben okumadım onlar verdi diplomayı; yalnız bölümü bitiremeyen bi sürü insan çalışma başarı oranlamasında benden daha çok haketti önce almayı o diplomayı, ama tabi zeka işi bunlar koç, hem gezdik eğlendik paramız yettiğince hem de neredeyse tam zamanında bitirdik okulu.. ha iş de buldum mu ?buldum amına koyim buldum, iyi kötü bi işim de var; hayırlı bi kısmet bulmadan önce askerliğimi yapıcam da sonrasına da bakıcaz, ne demişler hayırlısı...

*Hala hazırlık pasları yapıyorum ağğbii, organize ataklar için çalışmalarım sürüyorrosp!

*Bi kıza onu yemek için yaklaştığını anlarsa seni yamyam zanneder! Ve kaçar.Kimse bi yamyam tarafından yenmekten hoşlanmaz(buraya bi prantez açıp genellemeyle aramıza bi mesafe koyalım).İşin özü: insan gibi yaklaş, olayı zamana bırak zaten karnın doyar, sen de mecburi hislenme yoluna gidersin, fena mı olur dalkavuk ?

*Şu üstteki paragrafı bana yazdıran içgüdüsel tamamen yiyeceklere kadınsı isimler konmasıdır, başka da bişey değildir!..

*Bişeyler gizleyip hiçbişey gizlenmiyormuş gibi yapılan ilişkidense, bişeyler gizlenmeyip gizleniyormuş gibi yapılan ilişkiyi tercih edin.Karlı çıkarsınız..

*Toplu taşıma araçlarında yer bekleyen kafalardan nefret ediyorum.Nesiniz siz ya? Pis çakallar!Benden beş on yirmi yıl önce doğman nasıl oluyor da benim oturdugum yeri sana vermemi gerektiriyor? Mantığı nedir ki bunun? Biri lütfen açıklasın.ama bilen biri, adam gibi.Toplum kuralına örfüne adetine ha!...Bi de geçmiş karşımda dik dik bakıyo!

*Ha tamam düşkün sakat olursun hamile olursun ben sana zaten kendim yer veririm.Ama neymiş yaşı benden büyükmüş.Seni gidi kendine yapıldığında hoşuna gitmeyeni başkasına yapan, ortaokuldayken sahaya gelen büyükler tarafından sahadan çıkarılmasının intikaımını beş sene sonra yeni orta okullu çocuklardan alan.Siktir!

*Kızım giyme yürüyemiyosan şunu, üç santim uzun olcan da çükün mü şişmiycek sanki!

*Duydum ki blogu takip eden dostlar varmış!Ama izleyenlere falan eklememişler kendilerini, ona göre yani; geliyoruz.Ayyaanızı denk alın, yani.

*Tolunay Kafkas milli takım başına teknik direktör olarak Kripton Gezegeninden birini getirin demiş, iyi demiş...

*Zeki olduğumu iddia etmiyorum ama bazı geri zekalıların da olduğu yerde olmasını kaldıramıyorum, bakınız :

http://www.nba.com/games/20091130/PHIDAL/gameinfo.html?ls=gt2hp0020900250

nba.com'dan video koyamıyorum yutupta da bulamadım.ilgilenen idare etsin artık.

*Üniversite hayatın boyunca mı bıraktın tembellikten? Sağda solda olum kesince çok kötü ya göt gibi çıkıyo surat diye mi dolaştın? Sonra çalışmaya başladın da sakalları kesmek zorunda kalınca iyi oldu lan böyle temiz temiz yakışıklı bile oldum mu dedin ? Gel olum sen de bizdensin!

*Baykalla RTE iyiden iyiye Ecevit-Demirel ikilisi gibi bişey oldu, ama o iki şahsın içleri ancak bu kadar boşaltılabilir idi, biber dolmalarının içi doldurulacağı yerde ne de güzel yendi, afiyet oldu.

*Demirelle Ecevit de tam efsaneydi, yaşımdan ötürü canlı canlı son zamanlarına yetiştim ki biri cumhurun biri de bakanlığın başıydı en son.Ama yetmişlerdeki portre çok daha efsanevi, bir tarafta sosyaliste yakın kara kuru bir adam diğer tarafta anaparanın yekpare tosuncuğu, helal olsun ama yaratılan karakterler fiziksel olarak bu kadar uygun olur.. Sinemada yapsan abartı gelir ya bazı şeyler, yok lan normal yapayım dersin; aynen öyle işte.

*Demirelin zaten herkesle ilginç bir ilişkisi var, Özalın amiriyken altındaki adam olması da bir ilginç bir ilginçtir; tabi konumuzun çok dışında bunlar,ne hürriyet gazetesi eski yazarıyım ben ne de turgutu biyerlerden koşturabilirim bu saatten sonra...

* En son keşfim de Dean Martin'dir..



*Ha bu arada johnny gidebilecek sanırım, en azından direksiyon sınavına...

İyi akşamlar Laamezon

11 Ocak 2010 Pazartesi

EKİM 2009

Karanlıkta oturmuş elma yiyorum, ne şimdiki zaman bana göre, ne de size şimdi ki zaman; yeşilinden, aklımdan geçen onca şey daldan dala atlıyor maymun gibi zihnimdeki dalgalanmalar, uzun zamandır dışa vurumdan uzak kalıyor bazıları.. Bir kurdun içeri girip belki dışarı çıkmamış olabilecek kemirtisini ağzıma alıp elmayı tutmayan elimin avuç içine bırakıyorum.. Dışı ağız sıvımla kaplanmış, ama kaç dakika önce elimi yıkamış nemli haldeyim, fark etmiyor bile.. Sol kenara yakın taraftan bir ısırık alınca kırılıyor ortadan biraz sağa yakın olan bi yerlerden. Kırılmasa eminim daha fazla kemirebilirdim. Kimse uyanmasın diye sessizce kalkıp çöpe atıyorum elmayı, çöpün kapağı tam kapanmıyor, çöple beslenecek canlı varsa evin içinde, içine ulaşabilecek bi düzey, geri dönüp kapatmayı aklımdan geçirip siktirediyor, diş fırçasına ulaşmadan önce elimi bi daha yıkıyorum. Çöp kapağı ile ilintili, uykum yok herkes uyuyor, yatıyorum çaresiz ilk ışıklara dakikalar kalamadan, babam gelip ne yaptığımı sormadan eksi seksen yüz saniye kadar önce. Şimdiki zamandayım.

9 Ocak 2010 Cumartesi

BEKLE

Geleceğim bekle dedi
Ben bekledim o da gelmedi
Ölüm gibi birşeydi
Ama kimse ölmedi

3 Ocak 2010 Pazar

NeyzenN

kalbim bir ilkokul öğrencisinin defter ucları gibi
ataçlarımı kaybettim, kaçırdım onları, korkuttum küstürdüm!
inzivalarım yalnızlıma dönüşüyor
okyonuslardan daha karasız oluyorum
beni kıyılara ulaştıracak ''med''apansız gelen ''cezir''e yeniliyor
ne gidebiliyorum ne de geliyorum,
ruhum, bir lise talebesinin boyun bağı gibi
gevşek, rahatsız ve lekeli...

DiyaloG

-Teslim olacağım.
-Onlara ne diyeceksin?
-Paraların yerini bilmediğimi söyleyeceğim.
-Peki yalan makinesini nasıl geçeceksin geri zekalı!
-Yalan söylemeyeceğim aptal! Bak o lanet paraları çekmeceye koyacağım ve sen alıp o paraları benim bilmediğim bi yere saklayacaksın ve ben paraların nerede olduğunu bilmeyeceğim, yani doğruyu söyleyeceğim...

2 Ocak 2010 Cumartesi

ERTUĞRUL ÖZKÖK ÜZERİNE BİR DENEME

Pazar yazılarını özellikle takip ettiğim Özkök’ün Hürriyet gazetesinin tepesindeki koltuğundan indirilmesi her ne kadar bir istifa gibi gözükse de aslında öyle olmadığı aşikârdır.
Soner Yalçın’a yazdığım açık mektubun hemen akabinde bu istifanın basına yansıması beni bu yazıyı yazmaya itti diyebilirim.
Türkiye’nin kaderini değiştiren tüm şahsiyetlerin okulu olan Ankara Siyasaldan mezun olan Özkök, Fransa ve Hacettepe de yüksek öğrenim yapıp doçent olduktan sonra gazetecilik hayatına atılmıştır. Fransızca ve İngilizceyi akıcı bir şekilde konuşabilmektedir. Yurt dışında geçirdiği uzun yıllar, hayatın ayrıntılarından zevk alabilme yeteneğini geliştirdiğini düşünüyorum. Yaşamdan tat alabilme şekli benimle uyuşuyor. Özkök’ün yazılarını okudukça (siyaset dışı yazıları) hayattan keyif alabilecek farklı noktalar bulduğumu gördüm. Ancak Hürriyetin tepesinde geçirdiği 20 yıl O’nun idealist tarafını törpülediğini düşünüyorum. Zaten bu körelme olmasaydı 20 yıl boyunca o koltukta kalamazdı.
Evet, Özkök’ü elimden geldiğince anlamaya izlediği bazı politikaları haklı çıkarmaya çalışıyorum. Örneğin Doğan Holding’in ortağı olduğu POAŞ’ın vergi indirimi için Maliye Bakanlığı ile yapılan pazarlık süresince Özkök’ün taraflı yayın politikasını. Ama haklı olan hiçbir tarafını bulamıyorum. Kişisel zevklerini her şeyden üstün tutan bu anlayışı daha fazla savunamayacağımı anladım. Ve bu farkındalık beni ziyadesiyle üzdü. Yukarıda sözünü ettiğim süreç buyunca Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’un yazılarını makaslarken, bir gün o makasın kendisi için yağlanacağını hiç düşünmedi Özkök.
Özkök son beş yıldır Hürriyeti oportünist yapmıştır. Ve sonuç olarak iki güç arasında sıkışıp kalmıştır. Bir tarafta akp diğer yanda AYDIN HALK. Bunun kanıtını size bir örnek vererek göstermek istiyorum. Cumhuriyet mitingleri boyunca Hürriyetin konuya yaklaşımını akp şiddetle eleştirmiştir.Bunun yanı sıra bu mitinglerde en çok tekrarlanan sloganlardan biri neydi biliyor musunuz? ^^Doğan Medya Çık Dışarı^^. Evet, gördüğünüz gibi bu, oportünistlerin er yada geç karşılaşacakları bir akıbettir. Kişisel çıkarlar için hükümete karşı ılımlı siyaset, halktan kopmamak için bazı yanlışların birkaç köşe yazarı tarafından makaslanarak dillendirilmesi ve tüm bunların göbeğinde 59 yaşında bir adam.
Ertuğrul Özkök Fransa da öğrencilik yıllarındaki idealist genç adam olarak kalamadı. Bunun içindir ki Ertuğrul Özkök, Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu olamayacak.
Fakat tüm bunlar Ertuğrul Özkök ile bir gün batımı bir şişe Bordeaux’yu bitirirken Atatürk’ün sofra kültürü hakkında konuşmamızı engelleyemez.

1 Ocak 2010 Cuma

Yeni Yılda Hep Birlikte Hey, Yeni Yılda Hey Hey!


Dün gece Taksim'de her yılbaşı görmeye alıştığımız görüntüler halkın arasına da karışan sivil polisler sayesinde bir nebze de azalmıştı. Yurdum gençliği -özellikle de delikanlıları- yapacak hiçbir işleri olmadığından olsa gerek haklarını savunma dışında her fırsatta meydana inip nağralar, çığlıklar ve erkekliğe leke sürdürebilecek kadar samimi pozlarla yeni yıla girişimizi kutladılar. Tabi bu durum erkek bolluğundan yaşanıyor. Araya karşı cins karışmaya görsün alıcılar açılıp, tam teşekküllü vücut uzuvları anında harekete geçiyor.
Neyse, bir başka kanayan yaraya geçemedim diğerinden.
Yılbaşı gecesi malum meydanda güncel olayları yakından takip eden gençlerimiz bu yıl yeni bir rezilliğe imza attılar. Çoğunluğunun hap atmış, sarhoş olmuş, nargile çekmiş, hiçbiri olmamışşa da Amerikan sigarası tüttürmüş olduğu aşikar olan delikanlılardan bir grup kendini stadyumda zannetmiş olacak ki; elele, kolkola, omuz omuza, omuz üstüne; iki ellerinin işaret ve orta parmaklarını kaldırarak (Street Fighter'da Ken'in maç kazanma hareketi) "Biji Serok Apo" diye kendinden geçmeye başlar. Ardından bu bölücü faaliyete karşı olan diğer duyarlı grup, ortamda kız bulunmamasından dolayı enerji içlerinde patlayacak bir duruma gelmiş olacak ki, aynı zihniyetle bu sefer ellerini bir hayvan figürüne benzer bir hale sokarak (o da rock'n roll konserlerinden geliyor olabilir) düşmüş olduğu rezil durumun vehametini kavramadan, sanki adını ağzına aldıkları insanlar kendilerinden şu an yaptıklarını istermiş gibi, özellikle "ş" ve "z" harflerinde biraz da peltekleşerek; "Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez" sloganı atmaya başlar. Duruma müdahalede bulunan polis neyse ki olayı büyümeden kontrol altına alır ve kızlara sarkmaktan sabıkalı adi suçluların yanına bir de "biz siyasiyiz abi" diye böbürlenecek birkaç sarhoş katılır. Akılda kalan ise kendini milliyetçi sanan zihniyetin son olarak "Ya Allah Bismillah Allahüekber" sloganını atmaya yeltendiğinde, bir zamanlar tarikat operasyonlarında ortaya çıkan zikir alemlerindeki gibi kendinden geçecek kadar sarhoş olmasıdır.