25 Ocak 2010 Pazartesi

!

6 Ocak günü Ankara’da Yüksel Caddesinde çoğunu anarşistlerin oluşturduğu anti-militarist bir grup, basın açıklaması yaptı. Yapılan basın açıklaması, tutuklu bulunan “Vicdani retçi” Enver Aydemirle dayanışmak amacına yönelikti. Zaten Basın açıklaması sırasında grubun taşıdığı pankartta “Vicdani Retçi Enver Aydemirle Dayanışma İnisiyatifi” yazıyordu. Grup Yüksel Caddesinde açıklamasını okumaya başladığı an, polis’in gözünün döndüğü andı. Çevik Kuvvet Polisi grubu görür görmez hızla gruba doğru yöneldi ve çembere aldı. Polis’in sayısı 100 kadar iken anti-militaristler 30 kişi ya var ya yoktu. Böyle meselelerde, varla yok arası nitelenen “özgürlüğü”, öldürmeyi reddederek temsil edenlere karşı, neyi temsil ettiği kendinden menkul olanlar, her zaman orantısız bir denklemle ifade edilir. Orada da böyle olmuştur. Bu durum orantısızdır çünkü boyun bükmek kafayı havada tutmaktan daha kolaydır. Anti-militaristler azdır çünkü itaat etmek reddetmekten daha kolaydır.
Ama tarih daha reddedenlerin bittiğini tükendiğini yazmamıştır. Az da olsa reddedenler oradadır. İtaat edenlerde. Efendiler tut derse tutacak birisi mutlaka bulunur. Dakikasında rütbeli polis tut demiş, rütbesiz polisler de tutmuştur. Ne kadar basit bir ilişki... Daha basın açıklaması bitmeden, “bir vatandaşlık hakkı “olan basın açıklamasını bitirmeden taciz edilenler Anti-militaristler olur.” Vatandaş”ın bittiği, hikâye olduğu yer işte tamda burasıdır. Vatandaş dediğin emre itaat edendir. Reddeden değil. Tut emrini, Anti-militaristlerin üzerine kâbus gibi çöken lacivert üniformalı vatandaşlar alır, her bir anti-militaristin üzerinde en az üç çevik tepinmeye başlar. Polis, kolları büker, boyunları tutar, enseleri çökertir, postalla bastırır. Toza dumana kesen ortalıkta, kesin olan tek rakam gözaltına alınanların sayısı olarak kalır: 23
Sonra, Gözaltı aracından başlayarak 24 saat sonraki adliyeye kadar sürekli taciz tehdit ve baskıya maruz bırakılırlar. Saçı kısa kadınlar, Polislere göre “at gibi”, saçı uzun erkekler “karı gibi”dir. Atların ve karıların ve erkeklerin nefes alıp verdiğini bilip yaşamı sevenleri ve öldürmeyi reddedenleri böyle ezmeye çalışırlar. Nezarethanede gece boyu kapıları çarparak anti-militaristlere uyku uyutmazlar. Sonra onlara ifade imzalatmaya çalışırlar. Anti-militaristler, Susma haklarını kullanırlar. Sabah adliyeye götürülürler. Savcı 22’sini serbest bırakır. Volkan sevinç tutuklanır. Gerekçe, Savaş karşıtı Volkan Sevinç’in “kanunsuz” toplantıya, hiçbir zaman sahip olmadığı ve polis’in “silah” diye nitelediği bir çakıyla katılmasıdır. Mehmet Ali Ağca’yı aramıza karıştıran, Ogün Samast’la yan yana fotoğraf çektiren, Engin Ceber’i yok eden, Alexsis’i ve Carlo’yu öldüren, Uğur Kaymazın ve Ceylan’ın küçük bedenlerini kurşunlarla delik deşik edenler, bir şeyi silah olarak niteleyebilir mi? Bunların yaşa dedikleri hayat yaşanır mı? Bunların elinden su içilir mi? Sofralarından ekmek yenir mi?
Volkan Sevinç şu anda, Sincan’da tutuklu. Volkan dâhil o gün salıverilenlerden 19 Anti-militarist, “halkı askerlikten soğutmak” ve “suç ve suçluyu övmek” suçuyla yargılanacaklar. 19 Anti-militarist. Dava tarihi henüz belli değil, ama yaşamın korkunç bir cendereye dönüştüğü, yüzlerin silikleştiği, gündelik hayatın sabahtan akşama ölümcül bir hakiyle militarize edildiği bugünlerde belirsiz kalarak canımızı sıkan tek şey bu dava değil. Kimseye güvenmiyoruz, adını bildiğimiz, omzuna ve vicdanına dokunabildiklerimiz dışında. Bu topraklarda, yeryüzünde binlerce yıldır, çelikle, yasalarla ve postalla ezilenler, Kürtler, Ermeniler, Çingeneler, zenciler, eşcinseller, yani başka türlü doğanlar ve başka türlü dünyalar düşleyenler, Anarşistler, komünistler... Başını bilmediğimiz, ama sonuna da gelmediğimiz tarihin her zaman bir parçasıydılar ve bitmediler, bitmeyecekler.
Bugün, medya ve iktidarlar kendi yarattığı ucubelerle hesaplaşıyor. Mehmet Ali Ağca, medyanın yarattığı dünyada katil oldu. Şimdi ona “katil” diyorlarsa, o adam gibilerini sokakta görmekten utanıyorlarsa, kendilerine pay biçmeliler. İkiyüzlülüğün daha basit bir ifadesi az bulunur. Diz çöküp, emir bekleyen kalem ehli gazetecilerin sayfa sayfa kana boyadıkları bir dünyada öldürdü Hrant Dink. O artık yok. Ama onun bir oğlu var. Hrant’ın oğlunu dinlesinler. O adam vicdan taşıyor, ölümü ve büstleri değil, insanları sevdiğini söylüyor. Öldürmeyi reddedenleri dinlesinler. Vicdanı susturulamayanları, Volkan Sevinç’i dinlesinler. Yastığa koydukları başı değil yastıktan kaldırdıkları başı gözetsinler. Uyumanın ve unutmanın dünyasında uyanışın ve hatırlamanın hikâyelerine kulak versinler. Bu ateş, iktidarların yaktığı yaşamı kül etmeye niyetli bu büyük yangın, bir gün kendilerini de yakar. Bir gün reddedeceksiniz çünkü içinizden kopan ses, vicdanınızdan başlayarak ürpertecek tüylerinizi. Kayıtsız kalabilirseniz o sese, vicdanınızın sesine, Eyvallah. Orada, Sağır olduğunuz odada kalın. Uyanmayın, kapınızı pencerenizi açmayın, bir tanenize daha tahammülü yok yeryüzünün...
Vaktiyle, rivayet edilir ki, bu dünyada var olmak bir hafiflikti. Öldürmeyi redderek var olanların, var olmakta inat edenlerin azametine dayanarak, el ve omuz alarak sürüyor bu hayat. Faşizme ve iktidarlara inat devam ediyor. Ve hiç bitmeyecek reddedenler.”

Anti-Militarist Tutsaklara Özgürlük İnisiyatifi’

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=976569&Yazar=YILDIRIM&Date=25.01.2010&CategoryID=97

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder